Kısa ve öz yazardı.
Çivilerdi yazılarıyla gerçekleri.
Ölmeden önce gözaltına alındı. Evi arandı tutuklandı.
Hastalandı.
Fakat kalemini hiç bir zaman satmadı..
Kimden bahsettiğimi anlamışsınızdır sanırım.
İlhan Selçuk ustadan..Baba dostumdan bahsediyorum.
Gazetecilikte çok şeyler öğrendiğim güzel insandan bahsediyorum.
İnternette gezerken bir yazısı ilişti gözüme buyurun birlikte okuyalım..
“Dalkavuk Doğu’nun ürünüdür, Soytarı Batı’nın…
Her ikisi de eski çağlardan beri kurumsallaşmıştır.
Kralın soytarısı sarayda özel yeri olan bir kişiliktir, tahtın yamacına konmuştur, protokolün hem içindedir hem dışında…
Bir bakarsın ki soylu törenlerin en görkemli dakikasında soytarı yerde yatıp yuvarlanmaya başlamış, prenslerin, düklerin, baronların, kontların, nazırların, rektörlerin, kardinallerin kırmızı bayram balonu gibi şişirilmiş ciddiyetlerini sivri yergileriyle delerek ortalığı birbirine katmış, öfkeleri, kahkahaları, fısıltıları, kaygıları soytarılığın sarmalına dolayıp saray halısı gibi salona yayıvermiş.
Soytarı “evet efendimci” değildir.
Kimi zaman efendisini bile mizahın gergefinde iğneleme yetkilerini benliğinde duyabilir.
Batı dünyasının hoşgörü kuyusundan çıkrıkla çekebildiği kadarınca yergilerini bağlı bulunduğu egemenin yüzüne karşı söyleyebilir.
Böyle durumlarda kralın suratı asılır bir an, ama aldırmaz görünür.
-Canım bir soytarının söylediğinin soytarılıktan gayrı ne anlamı olabilir ki?
Soytarı, zanaatının koşullarında, kişilere ve olaylara yönelik yergileri gülmeceye dönüştürüp taşı gediğine koymasını bilen kişidir.
Egemenlik güçlü halktan değil Tanrı’dan kaynaklanan kralların saraylarında cins ev köpekleri gibi cins soytarıların bulunduğunu tarihler yazarlar.
Öyle bir av köpeğidir ki soytarı, kralın çevresindeki soyluları kokularından tanıyıp gülünç yanlarını ortaya çıkarır, alayla karışık, şakayla barışık biçimde vurgular.
Dalkavuk Doğu’ya özgüdür.
Ne iğnesi vardır dalkavuğun ne yergisi ne de eleştirisi…
Dalkavuğun görevi ya “evet efendim” ya da “sepet efendimle” bağlanır.
Osmanlı tarihinde bol bol dalkavukluk vardır da, soytarılığa ilişkin kurumsallık oluşamamıştır.
Çünkü soytarılık Batı tarihinin hoşgörü geleneğiyle bağdaşır, dalkavukluk Doğu tarihinin küt kafalı egemenlerine yaraşır.
Soytarı balonları iğneler.
Dalkavuk balonları şişirir.
Ne olursa olsun, ister bir yüksek makamda otursun, ister bir yargı kurumunda bulunsun, ister bilim adamı kılığına bürünsün, ister kalem erbabından sayılsın dalkavuğun soytarıdan besbeter olduğunu tarihler yazarlar.
Çünkü soytarının zaman zaman efendisini uyardığı görülmüştür de dalkavuğun şişirdiği balonlara tutunarak yükselmek kimseye nasip olmamıştır.
Hey gidi dalkavuk…
Sana soytarı bile denemez, çünkü soytarılık senin için rütbe sayılır.
Sen dalkavukluk için belini kırıp ikiye katlanırken, senin görüntüne bile katlanmak ne büyük acı…”
(İlhan Selçuk, 29 Haziran 2009)
**
Bir dalkavuk fıkrası ile tamamlayalım yazımızı..
“Karnıyarığı çok beğenen ve seven padişah, yanındaki dalkavuğa “Patlıcan da çok lezzetli imiş” der.
Dalkavuk da hemen cevap verir:
“Hakkınız var hünkarım, çok lezzetli bu patlıcanlar.”
Padişah biraz sonra dalkavuğa döner:
“Ama nedense biraz sert,”
“Çok doğru söylediniz sultanım, patlıcanlar gerçekten sert.”
“Hem biraz da acı gibi değil mi molla?”
“Hakkınız var padişahım, üstelik acı.”
Onun bu sözlerini duyan biri, “Yahu, hani patlıcanlar şahaneydi, lezzetliydi.
Padişah beğenmedi diye sen neden fikrini değiştirdin” diye sorunca dalkavuk:
“Ben patlıcanın değil, padişahın dalkavuğuyum” cevabını verir…
Kıssadan hisse..
Biz, ne çekiyorsak padişah dalkavuklarından çekmiyor muyuz?..
Haydi kalın sağlıcakla.
Herşey yüreğinize göre olsun..
+ There are no comments
Add yours