Sen şimdi İstanbuldasın, hep oradaydın ya. Hem çok yakınsın bana, hem çok uzaktasın. Uçak uçuşuyla bir saat ötedesin ama kalbin bana, yıldızlar kadar uzak ama kalbin bana, gençliğim kadar uzak ama kalbin bana, İstanbul kadar uzak… Benim nerede olduğumu sorarsan, bende bilmiyorum. Sen gittikten sonra, yaşamadım. İnanmazsın, yaşamadım. Mevsimler değişti, takvimler değişti, insanlar değişti ben yaşamadım. Uyudum uyandım, gezdim dolaştım, yedim içtim, seviştim ama yaşamadım. Kiminle yattıysam hep seni aldattım. Seninle konuşur gibi konuştum olmadı, seni sever gibi sevdim olmadı, seni özler gibi özledim, olmadı. Olmadı bıraktım. Rahatım yerinde nispeten, belki merak ediyorsundur diye yazıyorum. Aç değilim açıkta değilim. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, kapının önünde savaş yoksa şanslı bir hayatın var demektir. Hatta o radde ki, bazen utanıyor insan yaşadığından. Küçük bir şehirde, kirası kendinden büyük, küçük bir evdeyim. Birçoğu ikinci el birkaç parça eşya, bir bisiklet, bir çoğu sahaf birkaç kitap bütün servetim. Kelimelerim var sonrasına, haldan bilene. Belki bir yaraya merhem olur diye, yahut belki daha derine götürür diye. Yara ne kadar derine inerse o kadar iyidir, o kadar içerden kanar, o kadar acıtır, o kadar büyütür insanı.
Ne için yaşıyorum, çok düşündüm bunu sen gittikten sonra. Çünkü sen gidince yaşama sebebimi de götürdün, kendinle. Kendini götürdün, çocuklarımızı götürdün, köpeğimizi götürdün, düşlerimizi götürdün… Çok düşündüm bunu… Hem ölsem ne çıkar, her yerde başka bir savaş var, her gün binlerce insan ölüyor dünyada, bende ölsem ne çıkar, ne kaybeder ki dünya. Babam dedi ki bir gün bana, ben daha çocukken, savaş vardı yine o zamanlar bir yerlerde, insanlar ölüyordu anlamadığım sebepler yüzünden, hala anlamıyorum ya neyse, ölenler için: Oğlum dedi, bizim canımız onlarınkinden daha değerli değil… Gerisini hatırlayamıyorum, çok küçüktüm ama cümlenin bu kısmı ilk günkü gibi aklımda kalmış, neden bilmiyorum. Ne için yaşıyorum, çok düşündüm bunu, belki bir gün bana geri dönersin diye yaşıyorum, beni ayakta tutan tek şey bu ihtimal sadece, başka hiçbir şey yok hayatımda. Sende iyi değilsin biliyorum, görüyorum. Fotoğraflarına bakıyorum, seni kimse benim kadar tanıyamaz. İyi değilsin biliyorum, bunda benimde payım var Allah kahretsin, biliyorum. Ama elimden bir şey gelmiyor. Fotoğraflara sarılmak, özür dilemek mümkün değil, affet beni. Yanına gelebilmem mümkün değil…
İşittim feryadını, kırıldı belim,
gelemek mümkün değil, bağışla beni.
Didindim çırpındım, kapalı yolum,
gelemek mümkün değil bağışla beni…
Gelemek mümkün değil diye okur bu türküyü Petra Nachtmanova, gelmek yerine. Neticede yabancı bir kadın, anadili değil bu dil. Hor görmüyorum, alay etmiyorum hatta tam tersine, o kadar güzel oturmuş ki türküye, bir eski Türkçe gibi. İnan onun kadar güzel okuyamıyor bu türküyü, Türkiye’de doğmuş büyümüş anadili Türkçe olan bir çok ozan. Bir dili, bir ülkeyi sevmek, türküleri sevmek böyle bir şey… O kadar güzel söylüyor ki, acı dayanılır gibi değil… Bu yazıyı bitiremeyeceğim sanırım, üzgünüm…
Yazamak mümkün değil, bağışla beni…
+ There are no comments
Add yours