Paylaşmak Güzeldir..

BİLİM KULÜBÜNDEN BAKIŞ

Libero-Kapitalist Sistemin kuramcısı Adam SMİTH’e göre; sisteminin özü “Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” dir. Buradan anlaşıldığına göre; fiziken ve sermaye olarak güçlü olan, “Ataerkil Aile” de erkek sınıfının azmanları başarılı olacaklardır. Kadının adı çağının “Feminizm” dergi ve broşürlerinde yazılı kalacaktır.
Türk Feminist yazar Duygu ASENA’yı rahmetle analım, ondan hatıra kalan “Kadının Adı Yok” kitabını okumanızı öneririm.
Fıkra tadında;
Duygu ASENA; “Kadınca Dergisi” için kadın hakları konusunda söyleşi yapmak üzere Can YÜCEL’in mekanına gider. Hoşbeşten sonra konuşmalar kaydedilir, kadın hak ve özgürlüklerinden dem vurulur ve söz sırası, “ŞİİRE” gelir ve Duygu ASENA; Can YÜCEL’e, “Kartpostal Şairi” Nazım HİKMET ve şiiri hakkında ne dersiniz deyince; Şarabi Şairin tepesinin tası atar, gözleri yerinden fırlarcasına, olabildiğince sert bir sesle ; “kart sensin postal sana girsin, kart orospu” der ve söyleşi ortamını, ceketini omzuna atıp “Anadolu Kartalı Edası” ve devrimci yürüyüşle oradan ayrılır.
Sosyalist-Kollektif-Üretim-Ekonomik ve Siyasal Sisteminde ise; “tek eşlilik esastır”, çok eşlilik resmen yasaktır. Ayrıca “fahişelik” Sosyalist Sistem için onursuzluk, utanç vesikası ve suçtur, yasaktır. Boşanma kadın ve erkeğin özgür iradeleri ile verecekleri bir karar sonucu yasalara uygun olarak gerçekleşir. Kadın ve erkek için tazminat hakkı yoktur çünkü her sağlıklı vatandaş çalışmak zorundadır ve özürlülere ise devlet bakmakla yükümlüdür. Evlilik dışı cinsel yaşam (metres, eşcinsellik, kuma, kapatma, cariye, muta nikahı vb.) yasaktır. Kaynak: Kızıl Tıp, Sir Arthur Newsholme – John Adams Kingsbury
Emevi İslam şeriatı; evliliği kölelik olarak algılamıştır. Kadının boşanma isteğinde bulunma gibi bir hakkı yoktur. Boşanma isteği tamamen erkeğin özgür istemine bırakılmıştır. Erkek üç kez boş ol dedi mi her şey bitmiştir. İslam ve insanlık dışı bu yaklaşıma göre “kadın müslüman anasıdır”. Hatta kadını aşağılayan daha uydurma, çirkin saçmalıklar var ki yazmaya aklım ve elim varmıyor; güya “cehennemdekilerin çoğu kadınmış”. Vay bre zındıklar hani “cennet anaların ayağının altındaydı”. Bu konuyu kapatalım beni aşıyor. Bu saptamaların kutsal kitabımız Kur’an-ı Azimüşşan’ın özü, EHLİBEYİT geleneği ve de İMAM MATURİDİ – İMAM-I AZAM EBU HANİFE’NİN FIKHI İLE BAĞLANTISI OLAMAZ. Kaynak: Şeriat ve Kadın-ARSEL İlhan
Şöyle ki; tek tanrılı din düşüncesinin olgunlaşmasını izlemek bizi bir tek sonuca götürür. Tanrının adını ağzına alma, Tanrı hakkında hiçbir şey söyleme. Böylece tanrı; tek tanrılı dindeki gizli gücüne ulaşır. O adsız “BİR”dir. O evrendeki olağanüstü güçlerin, tüm varoluşun kaynağının altında yatan birliği gösteren tarifsiz, her şeye gücü yetendir. Tanrı doğruluk, sevgi ve adalettir. Buradan şu çıkar; Tanrıyı sevmek insanı sevmektir. Sevmek; kendini karşılıksız olarak adamak, sevgimizin sevilen kişide sevgi oluşturacağı ümidini taşımak demektir. Sevgi bir inanç eylemidir ve ideolojiktir. İnancı az olanın sevgisi de az olur.
***Erich Fromm, Sevme Sanatı (sayfa 145-146-83)
İki hastamdan gerçek Yörük Kadın öyküsü
Bir gün iş yerime orta boylu esmer bir erkekle, kumral orta boylu beyaz tenli bir kadın geldi. Kısa süren bir hoşbeşin ardından, adının Bekir olduğunu söyleyen adam eşinin rahatsızlığından dolayı muayene için geldiklerini söyledi.
Kayıt işlemlerinin ardında, yakınmasını sordum kadına. Yörük şivesiyle, gayet net bir şekilde derdini anlatırken, adam birden söze giriverdi. Kendince anlamlı olsa da hasta için anlamsız bir şeyler anlatmaya başladı. Bunun üzerine Yörük Anası; kadın elinin tersiyle çıkıştı kocasına;

  • Sen sus sana mı sordular, deyiverdi
    Bekir Ağa; birden süt dökmüş kedi misali sessizleşti. Bekir’e; sordum senin annen var mı? yaşıyor mu ?
  • Evet dedi
  • Peki dedim, çocuklarınız var mı?
  • Evet dedi
  • Eşin de bir anne, değil mi ?
    Evet diye cevapladı yine.
    Peki dedim, annenden izin almadan gidip yanına oturabilir misin ?
    Ne demek doktorum diye cevap verdi; ben kapıda ayakta dikilirim, ellerimi önümde bağlar, başım hafif sola eğik, Hacı Bektaş Veli duruşuyla anamın gözünün içine bakarım, benden bir isteği olacak mı diye.
    Tamam; Bekir ağa dedim, sana bir tavsiyede bulunayım; Yörük geleneğinde kadına sevgi-saygı esastır. Yörüğün erkeğini bey yapan, Yörüğün hanımıdır deyince hafifçe gülümsedi ve mahcup bir ifadeyle eşinin yanına oturdu. Yörük Anası derdini anlattı, tanısal işlemler ve tedavi planlamasının ardından, on gün sonra kontrole geldiler. Yüzlerinde gülümsemeyle kapıdan girdiler.
  • Bekir Ağam dedim gülümseyerek, Yörüğü bey yapan kimdir, o da aynı gülümsemeyle cevap verdi.
  • Öğrendim doktorum, Yörüğü bey yapan Hanımağasıdır
    Bu diyalog zamanla aramızda espriye dönüştü ve her geldiklerinde ben sormadan, Bekir gülümseyerek bu cevabı söyler oldu.
    Yaşanmış ikinci öykümüz yine bir Yörük ailesiydi. Bu sefer hastamız erkekti. Hipertansiyonu vardı, tedavisi planlandı, gerekli önerileri yaparken, eşi söze girdi ve;
  • doktorum sarımsak tansiyonu düşürür mü dedi.
  • Evet biraz düşürür ama ilaçlarınızı düzenli kullanmanız gerekiyor dedim
    Kadın; bu herif var ya bu herif dedi.
    Bunun yaptıkları yüzünden benim de tansiyonum yükseliyor, ben de sarımsak yesem yararı olur mu dedi.
  • İkiniz de yiyebilirsiniz deyince;
    -oooh, ooh, artık birlikte sarımsağı yer yer kızışırız, demez mi? Koptum gülmekten ve gülümsemelerimiz kahkahaya dönüştü, hep birlikte gülüyorduk…
    Oymak beyi Çomar Dayım ve eşi hanımağa Hatice yengem
    Hanım ve hanımefendi sözcüğü Moğol İmparatoru Cengiz Han tarafından Türkçeye kazandırılmıştır. Savaş hazırlıklarının yapıldığı bir günde ulu meydanda ordusunu ve devlet yönetim kadrolarını toplayan Cengiz Han şöyle hitap eder; ben Moğol İmparatoru hanlar hanı Cengiz Han, sol yanına döner, eşini işaret edip bu da benim Han’ım diyerek eşini gösterir. İmparatorlukta eşinin daha üst düzeyde ve daha değerli olduğunu, saygın olduğunu belirtmiştir bu sözüyle. Böylece kadınlar için hanım/hanımefendi (başımın tacı) hitabı kullanılmaya başlar zaman içinde de; Türk ve Yörük beyleri için hanımları başlarının altın tacı olmuştur. Çünkü Türk’ü Yörüğü bey yapan hanımıdır.
    Tarihin derinliklerinden günümüze kadar gelen “Kadim Öykü”, Sarı Gelin –Cennet Gelin” ki halen Yörüklerin yaşamında bu öykü anlatılır ve bunu anlatmadan geçemem. Sarıot Yaylası, Yörük Obasında; Obanın genç kadınları ve yaşlı ebeleri (Kezbence-Akıl Danışılan) toplanmışlar, yarenlik edip, örgü örmektedirler. Cennet Gelin, elinde ip ve tahra denilen keski aleti ile onları selamlar, odun toplamaya dağa gideceğini, hem de yalnız gider olduğunu söyler. Gideceği yer obaya en az beş kilometredir. İçlerinden biri “kız Cennet sen korkmaz mısın?” der. Dağ Adamı “YETİ” var derler. Ayı çıkar, insan ayısı çıkarsa karşına, korkmaz mısın? be yaa. Sarı Gelin, beline işaret edip (Belinde Yörüklerin lazımlık dediği silah vardır) der ki “NEDEN KORKAYIM KIZLAR, ALLAHIN ALACAĞI CANDIR, ADAMIN ALACAĞI …..MIMDIR, İKİSİ DE BENDE VAR” deyeseğini (dilden dile aktarılan söylem) duyan kadınlar, sen çok yaşa Sarı Gelin yolun açık olsun derler ve gülmekten göz yaşlarını da tutamazlar. Bu anlatımda adı geçen “DAĞ ADAMI-YETİ’NİN” on binlerce yıl evvelinde yaşamış efsanevi, primat benzeri bir yaratık olduğu düşünülmektedir. Bu; türümüz “Homo Sapiens”den on binlerce yıl önce yaşamış “NEANDERTAL İNSAN”dan hayatta kalan olduğu düşünülürken; Türk-Yörük tarihinin ne kadar derin geçmişi olduğuna da ışık tutmaktadır, yaşayan öykümüz…
    İslamiyet öncesi Türk toplum yaşamında tek eşlilik esastı. Türklerde; İslamiyetin kabulü ile birlikte “Emevi İslam şeriatı bağnazlığı ile hem devlet adamlarında hem de varlıklı kesimlerde çok eşlilik yaygınlaşmaya başlamıştır ki bu bağnazlık “Hz. Muhammed’in islamının da özüne aykırıydı.
    Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile yeniden Türk –Yörük sosyal ve kültürel hayatında; Büyük Türk Milleti olmak ve “Türk Ulusu” bilinci esas alınmıştır. Türk Medeni Kanunu’yla “resmi nikah ve tek eşlilik” Türkün sosyal ve kültürel hayatına geri getirildi. Mareşal Gazi Mustafa KEMAL ATATÜRK ve zamanın Ankara İl Müftüsü Mehmet Rifat BÖREKÇİ tarafından İMAM-I AZAM EBU HANİFE ekolü fıkhına uygun olan düzenleme ile de Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Dini nikah isteğe bağlı kabul edilmiştir. Resmi olarak çok eşlilik yoktur. Türk Kadını; uygar batı denilen ülkelerin kadınlarından yıllar önce; medeni kanunla elde ettikleri haklara, siyasal, sosyal yaşamda özgürlük, ekonomik yaşamda ve kültürel yaşamda öncü konuma gelecek hakları elde etmişler; bilimde, sanatta dünya çapında nice; Cumhuriyet-Türk Kadını adını dünya medeniyet ve bilim tarihine yazdırmışlardır. Örnek: Bilim Kadını, HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ’nden “MİT” giden Dr. Canan DAĞDEVİREN, Hacettepe’den Pediatri staj danışmanım anısına saygımla ve Manavgat’ın Tıp Literatürüne; (Talasemi ve Orak Hücreli Anemi-Sickle Cell Anemia) araştırma ve tedavisine yönelik çalışmaları ile geçmesini sağlayan Prof. Dr. Çiğdem ALTAY (Yörüktü) ve rahmetle analım onurumuz Prof. Dr. Nermin ARIK, Prof. Dr. Özlem TÜRECİ ŞAHİN ( Covit Aşısının mucidi), sinema sanatının SULTANI; Türkan ŞORAY ve de Halide EDİB ADIVAR.
    Sözün özü Cumhuriyetimiz; Türk-Yörük yaşam biçimini, gelenek görenek, kadın-erkek eşitliği ve özgürlüğüne uygun, sosyal ve kültürel hayatı yeniden Türk kadın ve erkeklerine armağan etmiştir. Sahip çıkmak bilakis Yörük-Türk Analarının omuzlarında ilelebet taşıyacağı parlayan birer şeref yıldızı olmaya devam edecektir.
    Yörük aile ve kültürel yaşamına; vatan, bayrak, millet ve Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK sevgisine özgü en güzel örnek olması nedeniyle; “Korku Dağları Bekler” isimli dizide, Toros Köyü (Yörük Köyüdür) nüfusuna kayıtlı, Yzb. Atilla TOROS – nam-ı diğer Yörük ATİLLA- Yörük Yüzbaşı, Yüzbaşının annesi “Gök Kız Ananın (Gök Kız benim anne ebemin lakabıdır) “Yörük anasının cesaretine dair iz bırakan repliğini yazmak isterim. Yörük Yüzbaşı ve komutanı Kr.Albay İlteriş BORA; Suriye’de teröristlerle savaşırken, başka bir terör örgütü İşidciler tarafından, mühimmatları tükenince tutsak edilir. İşid militanları, bunlardan bilgi alıp yabancı istihbaratlara satacaklardır. İki kahraman TÜRK ASKERİNDEN bilgi almanın imkansızlığını bilen teröristlerin elebaşı, bunların kafalarını kılıçla kesme hazırlığı yapmaları emrini verir. Bu arada yerel Türk istihbaratından karargaha bilgi gelir. Aileler de durumdan haberdardır. Yörük Ana-Gökkız Hanım; Yörük usülünce giyinir, kuşanır ve karargaha; Tüm General F.KARADOĞAN ile görüşmeye gider. Askerler; O’nu kapıda karşılayıp içeri alırlar. Gökkız Ana; General ile görüşmek istediğini bildirir. İstek; KARADOĞAN Generale iletilir ve Paşa; hemen içeri almalarını söyler ve kendisi de koşarak karşılar. Hoşbeşten sonra, GÖKKIZ ANA; KOMUTAN PAŞA! OĞLUM NASIL, ŞEHİT Mİ,YAŞIYOR MU? General çok üzgündür, GÖKKIZ ANANIN gönlünü almaya çalışır, bilgi sızdırmak istemiyordur. Bunun üzerine; kurt beyinli, aslan yürekli Yörük Anası der ki; bak komutan oğul; “BİZ YÖRÜĞÜZ; YAYLADA YAŞARIZ, ÇADIRDA DOĞUM YAPARIZ, SONRA DA ÇOCUĞUMUZU KAR SUYUNDA ÇELİKLERİZ.” Ben de Atilla’mı, aynen böyle doğurdum, kar suyunda çelikledim, onu yetiştirdim, büyüttüm, vatanımızı, bayrağımızı, namus ve şerefimizi, milletimizi korusun diye de kurbanlık koçlar gibi “kına yakıp” ordumuza teslim ettim. Senden isteğim; oğlumu ve komutanını ite, çakala, uğursuza kurban eyletme, devletimiz, ordumuz güçlüdür, kurtar onları deyince; General KARADOĞAN dona kalır ve gözyaşlarını tutamaz… Bazı okuyucular ne var bunda diyebilir. Önce kendine Türk ve Yörük olup olmadığını sorasın derim…***Bu isimlerin gerçekle ilgisi yok, uyarlanmıştır.
  1. bölümün sonu.

You May Also Like

More From Author

+ There are no comments

Add yours