TÜRK-YÖRÜK SOSYAL VE KÜLTÜREL YAŞAMINDA KADININ YERİ – 3
İslam Öncesi Türk Toplumlarında Kadının Yeri
Türkler “İslamiyeti” kabul etmeden önce de, tek tanrılı dine ve “Göktengri’ye” inanıyorlardı. Simgesel olarak gökte “babayı” temsilen “Ülgen” yerde ise “anayı” temsilen yer tanrısı “Umay” vardı. Özünde ikisi de “Göktengri”de birdiler. Göktengri her yerdeydi ve bütün “Evreni” kapsıyordu. İşte bu bağlamda; “Ana-Kadın”; Türk-Yörük için kutsaldı. Saygı ve sevgiden akan suyun akmaz olduğu, esen rüzgarın kesildiği, ondan ötesinin olmadığı, doruk noktası ve hatta korkulan tek varlıktı.
Anaya Saygı…
Yer Gebiz, Karadayı…
Rivayete göre; Yörükler kahvede yarenlik ederken, içlerinden biri muziplik olsun diye kızdırmak ister, ve sorar Karakoyunlu Yörükleri’nden Karadayı lakaplı Mustafa Zeybek’e… Rahmetle anıyorum kendisini…
– Dayı; sana korkağın teki derler aşağı mahallede, deyince dayı sinirlenir ve der ki;
– Şu oymakta heeç kimseden korkmam lakin “Gök Mehmet’e” de çatmam. O lanetin tekidir ama anasını gördü mü dona kalır, eli ayağı boşalır, buz keser der ve hep birlikte kahkahalarla gülerler bu cevaba… Anlaşıldığı üzere iki belalı adam da gözüpek ve korkusuzdur. Yörük kadını değerli, yörük anası güçlü ve kutsaldır. Toplumda sevgi ve saygı görür. Bu yüzdendir anasını görünce dizlerinin bağının çözülmesi, esasında duyduğu sevgi ve saygının yansımasıdır…
* Bir Yörük kızı eş olarak seçeceği erkeğin ellerine bakar, elleri temiz mi, tırnaklarına bakar, kesilmiş mi, temiz mi? Çünkü bir yerde dokunmaktır sevmek ve elleriyle dokunacaktır kendine…
* Ağzına bakar, dişlerine bakar, temiz mi? bakımlı mı?
* Gözlerine bakar. Güven veriyor mu, kaypak adam bakışlı mı, gözler kişiliğin dışa vuran aynasıdır.
* Vücut kokusu ve tüylenme durumuna bakar. Temiz mi ?, ayı gibi kokan, maymun gibi kıllı bir mahlukat mıdır? Hiçbir Yörük kızı, kıl yumağı, pis kokan bir adamla aynı yatağı paylaşmaz. Bu aşamada bir tespit yapalım;
İngiltere’de yapılan bilimsel bir araştırmaya göre; sakallı bir bireyin sakalındaki bakteri, virüs ve mantar sayısının, bir köpeğin derisindeki tüylerde bulunandan çok daha fazla olduğu saptanmıştır.
*Bir Yörük kızı, biraz da fantastik ama eş seçeceği adamın “g.t.”ne poposuna bakar. Bana yer, yurt verebilir mi, çalışkan mı, elinden iş gelir mi, eve ekmek getirebilir mi, kıçı-başı oynak biri mi ve güvenilir adam mı diye bakar. Yörüğün kızı eş olacak delikanlıyı kendisi seçer, ailesi de araştırır delikanlının ailesini; soylu –saygın bir aile ise olur verir ve aileler tanışır, aile büyüklerine danışılır, kız Türk-Yörük geleneklerine uygun istenir, kız evinde “Nişan-Bellik” denilen eğlenceli bir ritüel düzenlenir. Ailenin büyüğü nişan yüzüklerini takar, diğer takılar takılır. Konuklara ikramda bulunulur. Yine kız evinin uygun gördüğü bir zamanda “oğlan evinin” öncülüğünde düğün yapılır, düğün yemekli ve eğlencelidir.
***Bir Yörük atasözü der ki; Ahalinin aklı gözüdür.***
Asya Türk Devletlerinde Kadın Yöneticiler
OrtaAsya ülkelerinin çoğunda, 7. ve 8. yüzyıllarda, kadın hükümdarlar yönetimdedirler. İslam şeriatının ve özellikle Emevi İslam şeriatının çekim alanına girince; Türkler iki büyük niteliklerini yitirmeye başladılar. “AKILCILIK VE KADINA SAYGI”.
Türk asıllı İmam Maturidi ve İmam-ı Azam Ebu HANİFE’nin, “Hanefilik Fıkhı” temel alınarak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Gazi MUSTAFA Kemal ATATÜRK; Büyük Türk Milletinin bu iki vasfını, TÜRK ULUSUNUN sosyal ve kültürel yaşamında yeniden etkin hale getirmiştir.
Eski Türklerde “Şamani dönemde”, kadın ve erkeklerin aynı ortamda, yaşlarına ve saygınlıklarına uygun çember şeklinde oturdukları, dini ayin yaptıkları, el ele tutuşup raksedip eğlenip, “kımız” dedikleri at sütünden yaptıkları içkiden içip, bir takım dini ritüeller yaptıklarına yazılı kaynaklarda rastlanmaktadır. ***(ARSEL İlhan, Şeriat ve Kadın, 7. Baskı, 1992, sayfa:29)
Araplar; Buhara’yı işgale kalktıklarında, OrtaAsya Türk Devletlerinin başında kadın devlet başkanları vardı. Buhara’yı 8.yüzyılda TOKSAN adında bir kadın sultan yönetmekteydi. Bir başka yerde M.S.720 yılında Gültekin için dikilen “Tonyukuk” ve M.S.734 yılında Bilge Han adına dikilen “ORHUN KİTABELERİNDEN” anlaşıldığına göre; eski Türklerde kadın; siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda özgürlüğe sahiptir. Bilge HATUN; Gültekin’in annesi olup devlet yönetiminde çok başarılı işler görmüştür. Gültekin ise ülkeyi eşi KUTLULU SULTAN ile birlikte yönetmiştir. Yine Buhara’da; Arap Ordularının saldırılarına, Buhara Melikesi Hınık Hatun’un nasıl karşı koyup, perişan ettiği tarihi kayıtlardadır. Melike Hatun’un; asker karakterli, dirayetli, liyakatlı bir yönetici kimliği vardı.
10. yüzyılda Muaviye’nin oğlu Yezidin; Horasan Türklerine vali tayin ettiği, Zeyyad Bin Ebuhin’in oğlu OrtaAsya’da, arap egemenliğini yaymak için saldırılar düzenlerken, Buhara’yı yöneten Türk Hatun SULTAN; başka bir Türk Hükümdarı Terkan’dan yardım ister ve ona evlenme teklifinde bulunur. Bir erkeğe evlenme teklifinde bulunacak kadar özgür görüşlü kadın tipini; biz bugün kadın özgürlüğünün en fazla geliştiği batı ülkelerinde, bir de Manavgat’ın yörük köyü “Göğül Kent’te” görmekteyiz. Yukarıdaki olay Türk Kadınının bundan bin yıl öncesinde bile böylesine özgür ve uygar olduğunun kanıtıdır.
11. yüzyılda; Laik devlet yönetim modelini, ilk kez devlet yönetiminde uygulayan SELÇUKLU SULTANI TUĞRUL BEY’İN TÜRK KADININA VERDİĞİ DEĞER VE ÖZGÜRLÜK SAYGI VE SEVGİ ANLAYIŞINA DA DİKKAT ÇEKMEK İSTERİM.
13.yüzyılda gezgin Marco POLO; Türk kadınının özgürlüğünü şöyle anlatır. Amu Derya Nehri kıyıları boyunca “BÜYÜK TÜRKİYE” diye tanımlanan ülkeyi gezerken; Türk Hükümdarlarının kızlarından söz eder. Prenses öylesine güçlüydü ki ülkede yapılan tüm yarışmalarda onunla başa çıkacak erkek bulmak imkansızdı. Karşısına çıkan tüm delikanlıları yarışmalarda yenmekteydi. Babası kendisini evlendirmek istediği halde, o kimseyle evlenme isteğinde olmadığını açıklamıştı. Babası bu nedenle ona dilediği erkekle evlenebileceğine dair yazılı belgeyle söz vermişti. Ve prenses ülkenin dört bir yanına kendisini yenebilecek erkekle evlenmek istediğine dair duyuru yapmıştı. ***ARSEL İlhan, Şeriat ve Kadın, 7. Baskı, 1992, sayfa:32
RAZİYE BEGÜM SULTAN…
11.yüzyılın tanınmış yazarlarından Ata Malik CÜVEYNİ; Türk Kadınının; zarafetini, inceliğini, sevgiyle yaşama bağlılığını, temizliğini ve cesaretini gözler önüne sererken, RAZİYE BEGÜM SULTAN gerçeğinden bahseder. 13.yüzyılda; İlhanlıların islamiyeti kabul etmelerinden sonra; eski Türk geleneklerinde ve özellikle kadına verdikleri değerlerinde gerileme olmuştur. Raziye Begüm Sultan 1236-1240 yılları arasında DELHİ tahtının başındadır. Babası İltutmuş’un ölümünden sonra saray erkanı, devletin bir kadın tarafından idare edilmesini istememiş ve tahta İltutmuş’un oğullarından Ruknuddin Firuz’u getirmiştir. Fakat bu hükümdarın kötü yönetimi nedeniyle, Türk Yönetim Sisteminin temelini oluşturan; “Adalet, Liyakat, Meşveret ve İsyan” gibi ilkeler hakkaniyetle uygulanmayınca, ahali ve “TOY”a bağlı zinde güçler harekete geçip Raziye Sultan’ı tekrar başa geçirmiştir. ***Prof.Dr.Eroğlu Feyzullah, Türk Yönetim ve Düşüncesi, Beta Yayınları, 21.03.2018, Denizli***
Raziye Sultan döneminde DELH BUDUNU ülkesi, fevkalade iyi yönetilmiştir. Son derece akıllı ve ileri görüşlü olan Raziye SULTAN; kadınlara özgürlük amacıyla önce peçeyi ve çarşafı kaldırmış, kendi de buna örnek olmuştur. Çarşaf giymek şöyle dursun, hükümdarlığının en parlak döneminde “erkek elbisesi” giyip ülkenin dört bir yanını gezmiş ve savaşlarda ordusuna komuta etmiştir. Böylece gerici çevrelere insan varlığının geleneklere köle olmaması gerektiği dersini vermiştir.
Öte yandan; “İslam Şeriatının” Türk Kadınını küçültücü ve kötülük kaynağı gibi gören esaslarının devlet organları tarafından benimsenmesi ve resmen uygulanması; Sultan ALP ARSLAN ve Sultan MELİKŞAH’ın döneminin Sadrazamı NİZAMÜLMÜLK ile başlamıştır. Aslen TÜRK olmayan Sadrazam son derece bağnaz, yobazın tekiydi. “Siyasetname” adlı yapıtında, devlet işlerinin görülmesi konusundaki düşüncelerini açıklarken; “kadın sınıfının aklen ve dinen eksik ve her kötülüğün kaynağı olduğu temasını” işler. Adem ile Havva örneğine işaret edip, tarih boyunca kadının olumsuz rol oynadığını anlatır. Kadınların tek görevi “erkek sınıfının şehvetini almak ve neslinin devamını sağlamaktır” saptamasını yapar. “Kadınlar aklen ve dinen dun –eksik yaratıklardır, onlara danışın fakat söylediklerinin tersini yapın” telkininde bulunur. Bu saçma fikirleri nedeniyle, Sultan MELİKŞAH’ın annesi TÜRKAN SULTAN’la devlet yönetimi konusunda ayrı düşer ve dirayetli TÜRKAN SULTAN tarafından şiddetle eleştirilir ve reddedilir. ***ARSEL İlhan, Şeriat ve Kadın, 7. Baskı, 1992, sayfa. 41***
3. bölümün sonu
Dr. Ramazan AÇIKGÖZ
+ There are no comments
Add yours