TÜRK-YÖRÜK SOSYAL VE KÜLTÜREL YAŞAMINDA KADININ YERİ – 2
Bir an için gözlerimizi kapatalım ve insanlık tarihinin derinliklerine gidelim. Otuz bin yıl geçmişte kadınlar ve erkekler nasıl bir yaşamı paylaşıyorlardı, düşündünüz mü hiç? Muhtemelen korunaklı bir vadide muhkim bir mağarada “Klan Ailesi” olarak yaşıyorlardı. Onların hayatını tehlikeye sokacak sayısız etken vardı, zehirli otlar, böcekler, yırtıcı hayvan ve kuşlar. Bir de biz neyiz nerden geldik nereye gidiyoruz sorusuna yanıt ararlar, yaratan korkusu vardı ki güçlü olana sığınıyorlardı. Erkekler Biyolojik-evrimsel olarak hayatın devamı için poligami yaşarken, kadınlar da eşe sadakati ıskalayıp önemsemeksizin güçlü olan erkekleri seçiyorlardı. Sadakat ve namus kavramları bu yaşam tarzında yoktu. Çevrelerinde görebildikleri en uzun mesafe yani bütün evrenleri 30 km kadardı. Bir insan günde ortalama ancak 30 km kadar yol gidebiliyor, avcılık ve toplayıcılıkla elde ettiği yiyecekleri klanına taşıyordu. Eğer yeterli yiyecek ve güvenlik sağlayamazsa kadınlarını kaybediyor, kadınlar güçlü olan erkekleri tercih ediyordu.
Şimdide on bin yıl geriye gidelim. İnsanlar ateşi bulmuşlar, yiyeceklerini pişirerek yemeye başlamışlardı. Nüfus olarak sayıları artmıştı. Artık avcılık ve toplayıcılıktan elde ettikleri yiyeceklerle geçinemiyorlardı. Zamanla toprağı işlemeye tarıma başladılar artık kendi yiyecekleri bitkileri yetiştiriyorlardı. Hayvanları evcilleştirip kontrol altına aldılar. Böylece mülkiyet kavramı ve mülk edinme ihtiyacı ile çalışacak daha çok insana ve çok çocuk yapacak kadına gereksinim duyuldu. Güçlü olanın kazandığı ve hayatta kaldığı FEODAL TOPLUMSAL YAPI OLUŞTU. Artık bir güç odağı olarak ağalar toplumsal yapının belirleyicisi olmuştu. Aileler ağaların egemenliği altında çalışmaya başlamışlardı. Böylece sosyolojik anlamda büyük aile dediğimiz ataerkil aile modeli gelişmişti. Bu yapıda kadının hiçbir söz hakkı yoktu. Karnının doyması ve güvenli bir ortamda yaşaması onun için yeterliydi. Güçlü bir erkek, çok sayıda eş ve çocukları ile birlikte yaşıyorlardı.
Şimdi de günümüze biraz daha yaklaşıp bin yıl geriye gidelim.
Buhar makinasının icadı ile sanayi devrimi başlamış oldu. Artık makinalar üretime katılıyor, kol gücünün üretimdeki etkisi azalıyordu. Yazı çoktan icat edilmiş, okullaşma hızla artmıştı. Tekerleğin icadıyla birlikte iş makinaları, otomobiller hayatın her alanında hızla kullanılmaya başlamıştı. Avrupa’da aydınlanma ve Rönesans’ın kazanımları hayatın her alanını etkilediği gibi kadın erkek ilişkilerini de kadınların lehine olacak şekilde etkilemişti. Sendikal haklar, eşit işe eşit ücretin kadınlara sağladığı üretimden gelen özgürlük ortamı, cinsel yaşam serbestisi; kadın erkek ilişkilerinin temeli olan duyguyu sevgiyi ıskaladığı gibi saygıyı, sadakati, hoşgörüyü, aile olarak yaşayıp mutlu bir yaşam sürmeyi de ıskaladı. Sapık ilişkiler ve aile içi şiddetin de önü açılmış oldu. Böylece soyu sopu belirli, insanlık için faydalı “gürbüz ve sağlıklı nesiller yetiştirmekte” güme gitmiş oldu. Bu insanlık amacının yerine: salt tüketime bağımlı cola içen, cips ve hamburger yiyen, uyuşturucu madde bağımlısı, alkol bağımlısı, sosyal medya bağımlısı, “Metin Amca-kristal metilfenilamin” ve kokain-pudra şekeri çeken, sallapati, vatansız, milliyetsiz ve vicdanı da yok edilmiş ve “Mankurtlaşmış” kullanışlı bir nesil geliyor.
Hüzünlü bir armağan…
Yıl 1857… ABD’nin New York kentinde bir fabrikada çalışan dokuma işçisi kadınların kendilerine yapılan ayrımcılığı kabul etmeyip, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve eşit işe eşit ücret verilmesi için yaptıkları grev esnasında fabrikada yangın çıkartılır. Fabrikanın kapıları kilitlenmiş, dışarı çıkmaları engellenmiştir kadın işçilerin. İçerde kalan 129 kadının yanarak can verdiği gündür 8 Mart 1857.
O gün katledilen kadınların anısına, katliamı yapan sistem ve adamlarını lanetlemek ve öldürülen kadınları anmak için her yıl 8 Mart bütün dünyada “Dünya Çalışan Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaktadır.
Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı.
İkinci bölümün sonu
Dr. Ramazan AÇIKGÖZ
+ There are no comments
Add yours