Aylardır onun gelmesi bekliyordu. Onu bir daha görmek, ona bir daha dokunmak, onu bir daha sevmek… Onun haberi bile olmadan, onu sevmek. Biliyor mu yoksa? Sen bile daha bilmiyorsun onu sevip sevmediğini, o bunu nerden bilecek. Kadınlar hisseder, hisseder mi gerçekten?
Aylardır onun gelmesini bekliyordu, farkında olmadan. Onun için bir şeyler yazacağını hiç düşünmemişti bugüne kadar, şimdi kelimeleri bulmakta zorlanıyordu. Saat sabahın sekizi ve daha hiç uyumadı, birazdan işe gitmesi gerekiyor. Gözlerinin içi yanıyor, artık eskisi kadar güçlü değil gözleri. O çok sevdiği kitaplarla nihayetinde kör etti kendini, göz numarası her geçen gün biraz daha büyüyor, yine de o delicesine okuyor, hiçbir şey okumamış gibi okuyor, hiçbir şey anlamamış gibi okuyor, kör olacasına okuyor. Körlük, bir insanın başına gelebilecek en kötü kader olsa gerek. Hawking’in en büyük avantajı gözleriydi, hiçbir fiziksel gücü yoktu gözlerinden başka ve o dünyanın en büyük fizikçilerinden biri oldu, sadece bir çift gözle. O kadar yorgundu ki, yine de uyuyamıyordu. Belki de çok yorgun olduğu için uyuyamıyordu, sanılanın aksine ne kadar yorgunsan o kadar zor uyursun. Yine de hep kıskanmışımdır ömrüm boyunca başını yastığa kor komaz uyuyanları. Hele uzun bir yolculukta, yan koltuktaki adam horlamaya başlamıştır bile daha otobüs hareket eder etmez, koala mısın be adam, ne ara uyudun, nasıl başardın bunu? Üzgünüm ama bunu yapabilmen için kafanın içinin bomboş olması gerekir, aksi takdirde bu mümkün değil. Onun kafasının içi tabiri caizse, öyküye uygunsa, alıntı yapılacaksa ”yıldızlı karanlıklar kadar güzel ve korkunçtu.”
Aylardır onun gelmesini bekliyordu, hiç uyumadan neredeyse. Onu, onun için bir şeyler yazacak kadar sevdiğini hiç düşünmemişti. Bu bir sevdanın ölçütü müdür? Birini sevdiğini ona şiir yazarak mı anlarsın? Değil tabii ki de, herkes şair değil neticede, adını bile yazamadan sevda acısı çeken envai çeşit memeli türü var. Ama onun için bu ezelden beri böyleydi, birine bir şeyler yazabiliyorsa sevdalıydı… Bir balıkçı hikayesi değil ya bu, ne güzeldir balıkçı hikayeleri ve hemen hepsinde mutlaka bir martı vardır, topal bir martı. Yassıada’dan, Sait Faik’in hikayelerinden uçup gelen, topal bir martı… Balıkçı hikayesi de nereden çıktı şimdi? Esas konuya dönmelisin, bazen ana fikrin o kadar dışına çıkıyorsun ki, ne anası kalıyor konunun ne fikri…
Aylardır onun gelmesini bekliyordu, o hiç olmamış gibi. Korkuyor musun bu aşktan, acı çekmekten… Birazda acıdır aşkın mayası, kaçınamazsın… Demişti Yılmaz Abi. Yine de bu sevda için fazla yaşlısın, sevdanın yaşı olur mu? Olmaz! Ama yine de o çok genç, yirmi dört, bilemedin yirmi beş yaşında daha, hem nereden bileceksin ki zaten, bir kadından öğrenebileceğin en son şey yaşıdır. Kör martı, topal martı, kör topal martı gel bu kızı sev, dedi, diyecektim; diyemedim, derim yine! Yine de o çok güzel, belki genç olduğu için güzel, mütemadiyen genç olduğu için güzel. Ama yine de çok güzel. Topal martıyı düşünüyorsun, o kaç yaşında acaba? Ölmüştür ya şimdiye. Bırak şimdi martıyı… Şimdi ne yapıyor o, o da seni düşünüyor mu? En son konuştuğunuzda seni özlediğini yazmıştı, düşünmeden özleyemezsin. Öylesine mi yazdı bunu, sanmıyorum. Kadınlar öylesine yazmaz, neden yazmasın ki, yazmaz işte. Bu erkek işgüzarlığıdır, sadece erkekler öylesine yazabilir, çoğu zaten yazamaz bile, okumayı ise çoktan unutmuşlardır zira en son ilkokulda okumuştur son hecesini, daha sonra ilelebet kapatmıştır bu mevzuyu. Seni özlemiş bu kesin, bütün inanılmaz güzelliğine rağmen seni özlemiş. Şimdi hangi şiire sığdırabilirsin onu, hangi kafiye görebilir o gözleri, hangi ritim yakalayabilir o saçların ahengini… İmkan dâhilinde değil…
Aylardır onun gelmesini bekliyordu aklının penceresinde, hasretin cenderesinde. Topal bir martıyla…
+ There are no comments
Add yours