Türkçede “Elif’i görse mertek sanır” diye bir deyim vardır. Cahilliğe vurgu yapılan bu deyimde insanların gördüğü-duyduğu şeylere kendi dünyasına göre cevap verdiğine işaret edilir. Peki mertek nedir? Mertek, şekli Arapça elif işaretine benzeyen odun, kalas, ağaçtır. Yapılarda çatı, bahçelerde çit için kullanılır. Okuma yazması olmayan bir çobana elif işaretini gösterirseniz, vereceği cevap da tabii ‘mertek’ olur.
‘Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp’ ama kimi meslek sahipleri ya da belli eğitim seviyesindekiler için bazı kelimeleri bilmemek, ya da yanlış bilmek gerçekten ayıp sayılır…
Erdal Öz’ün ‘Yaralısın’ kitabında anlattığı (kendi başından geçen) ilginç bir hatırası vardır. 1971 muhtırası sonrası gözaltında iken sorguya alınır. Sorgucuların yöntemi, şiddet dolu ve ilginç sorularladır: “Müslüman mısın lan?” Öz, soruya safiyane ‘evet’ der. Ancak sağ yanağına sert bir tokat yer, “Elhamdülillah Müslümanım diyeceksin!” Ardından ikinci soru gelir, “Ne zamandan beri Müslümansın?” Öz, bu konulardan uzak biri olduğu için ne diyeceğini bilemez ve “Doğduğumdan beri..” cevabını verir. Bu defa sol yanağında bir tokat patlar, “Kalu bela’dan beri diyeceksin ulan!..”
Arapça ‘kâl’ söz veya ‘dedi’ anlamına geliyor. ‘Kâlu belâ’ ise ‘evet denilmesi’ anlamındadır. İslam inancına göre, gelmiş ve gelecek tüm insanların ruhları, dünya kurulmadan önce yaratıldı. Ardından ‘elest bezmi’ denilen buluşmada Allah, “Elestu bi rabbiküm” (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sual etti. Tüm ruhlar ‘belâ’ (evet) cevabını verdi. İşte bu anın ismidir kâlu bela…
Kâl yani söz dili gibi bir de hâl dili vardır. “Bir kepçe kâl vereceğine, bir kaşık hâl ver!” denilir. Mesela insanlara ‘laf ola beri gele’ kabilinden bol kâl verilir yani laf anlatılır, söz söylenir, bol keseden atılır ama hiç tesiri olmaz. Fakat güzel bir hareket, bir iyilik, bir ince davranış yani samimi bir hâl ile çok daha rahat gönül kazanılabilir.
Yanlış kullanılan kelimelerden biri de ‘kâle almamak’tır. TDK’da karşılığı ‘önem vermemek, hesaba katmamak, sözünü etmeye değer bulmamak’ olarak veriliyor. Genelde çift a kullanılarak yanlış yapılıyor. A harfinin uzatılarak okunması sebebiyle ‘kaale almak’ şeklinde yazılabiliyor ancak doğru yazımı tek a ile ‘kâle almak’ ya da ‘kâle almamak’tır. Zaten bu kelimenin de kökü yine Arapça ‘kâl’den yani ‘söz’den geliyor. ‘Kâle almamak’ yani söz etmeye değer bulmamak. Tıpkı ‘hitap etmeye layık görmemek’ anlamındaki ‘muhatap almamak’ gibi…
Arapça ‘belâ’nın evet demek olduğunu belirttik. Bunun Farsça versiyonu ise ‘belî’dir. Belâ’nın bir başka anlamı da tabii ki musibettir, kederdir, sıkıntıdır.
“Kula bela gelmez, Hak yazmayınca
Hak bela vermez, kul azmayınca”
2020 ile 2022 yılları arasında dünyayı saran Korona (Covid 19) virüsü, milyonlarca insanın vefatına yol açtı. Salgının ilk zamanlarında bulunan korona aşıları, öncelikle gelişmiş ya da paralı ülkelere satıldı. Dünya Sağlık Örgütü, aşıların adil taksimi konusunda uyarıda bulunsa da pek dikkate alınmadı. Gerçi ölümlerin daha fazlasının gelişmiş denilen ülkelerde gözlendiği de bir gerçek. Biz taksim konusundan devam edelim. ‘Taksim’ etme, kısım kısım ayırma, bölüm, bölmek, parçalara ayırmak demektir. ‘Taksimat’ da bunun çoğulu olup bölüştürmeler anlamına gelir. ‘Kısım’ bölümdür. ‘Aksam’ ise kısımın çoğuludur (kısımlar-bölümler). Taksim Meydanı’nın ismi de burada Osmanlı zamanında bulunan su dağıtım merkezinden gelir.
“Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul
Bu taksimi kurt yapmaz, kuşulara şah olsa
Yaşasın kefenimin kefili karaborsa!” (Necip Fazıl Kısakürek)
‘Kurt taksimi’ deyince akıllara Mevlana’nın şu hikayesi gelir: “Bir arslan, bir kurt ve bir tilki arkadaş olmuşlar. Ve birlikte ava gitmişler. Av sonunda bir öküz, bir koyun ve bir tavuk yakalamışlar. Arslan, kurta seslenip avları ile ilgili bir taksim yapmasını istemiş. Kurt da, “Öküz sizin, koyun benim, tavuk da tilkinin” demiş. Daha sözünü tam bitirmeden arslan parlamış, “Sen ne diyorsun” diyerek pençesini bir savurmuş ki, kurt boylu boyunca yere serilip ölüvermiş. Arslan bu defa tilkiye dönmüş, “Sen taksim yap!” Tilki, korkuyla cevaplamış, “Haşmetlum, tavuk sizin kahvaltınız, öküz öğle yemeğiniz, koyun da akşam yemeğinizdir.” Arslan keyiflenmiş, “Çok güzel bir taksim ama sana bir şey kalmadı.” Tilki boynunu bükmüş, “Olsun, ben kemiklerle idare ederim.” Arslan tekrar sormuş, “Peki sen bu taksimi nereden öğrendin?” Tilki, kurdu göstermiş, “Şu yerde yatandan!..”
+ There are no comments
Add yours